1. Bölüm (Hilafetle ilgili şikayeti, neden sabrettiği ve halkın kendine biati konusunda)
“Allah’a andolsun ki falan kimse (Ebi Kuhafe oğlu Ebubekir), hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi üzerine giydi. Oysa sel her zaman benden akar ve hiç bir kuş benim yükseldiğim yüce zirvelere yükselemez. Ben de hilafetle kendi arama bir perde gerdim, ondan tümüyle yüz çevirdim.
Ve kendi kendime düşünmeye başladım; şu kesilmiş elimle hemen atağa mı geçeyim, yoksa şu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte sürekli olarak zahmetten zahmete düşer.
Gördüm ki sabretmek akla daha yatkındır, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda ise kemik. Mirasımın tümüyle yağmalandığını görüyordum.”
Hutbeye genel bir bakış
Bu hutbe, Nehc’ül Belağa’nın en önemli hutbelerinden biridir. Resulullah (s.a.a)’den sonraki hilafet ile ilgili konuları, gizlisi saklısı olmaksızın açıkladığı için bir grup kimsenin itirazda bulunmasına sebep olmuştur. Bu hutbede Nehc’ül Belağa’nın diğer hutbelerinde olmayan bir takım noktalar yer almıştır. Kısa olmakla beraber ilk halifeler ile ilgili İslam tarihinin özeti konumundadır. Bu hutbede oldukça ilginç ve ince bir takım yorumlar vardır ve bunlar görüş sahibi kimseler için okunması gereken çok önemli konulardır. Bu hutbede yer alan bazı noktalar başka yerde görülmesi mümkün olmayan türdendir. Bu hutbeyi açıklayıp tefsir etmeden önce bir kaç noktaya işaret etmeyi gerekli görüyoruz:
1- Hutbenin adı
Bu hutbenin adı son cümlesinden alınmıştır. Hz. Ali (a.s), İbn-i Abbas’ın hutbeyi devam ettirmesi hakkındaki isteği üzere ona şöyle buyurmuştur: “Ey İbn-i Abbas bu azdığında devenin boğazının altında oluşan şişkinlikti ki geldi, sonra geri indi.” Böylece Hz. Ali (a.s), İbn-i Abbas’ın konuşmasını devam ettirmesi isteğini reddetti. Zira İmam’ı o hassas ve ateşli konuşmayı yapmaya hazırlayan hal ve durumu tümüyle değişmişti. kalabalık arasında bulunan bir şahsın Hz. Ali (a.s)’a bir mektup vermesi hazretin konuşmasının yönünü değiştirmişti.
2- Hutbenin Okunduğu Zaman
Bu hutbenin beyan edildiği zaman ile ilgili olarak Nehc’ül Belağa’yı şerh edenler arasında farklı görüşler ortaya konmuştur. Muhakkik Hoyi gibi bazı şarihler, bu hutbenin içeriğinden, senet ve yollarından istifade ederek bu sözlerin Hz. Ali’nin mübarek ömrünün sonlarında Cemel, Siffin ve Nehrevan savaşlarında ahdini bozanlar, zalimler ve dinden çıkanlar ile yaptığı savaşlardan sonra beyan edildiğini söylemişlerdir.
3- Hutbenin Okunduğu Yer
Nehc’ul Belağa’yı şerh eden bir grup, bu hutbenin okunduğu yer hususunda sessiz kalmışlardır; ama bazıları Hz. Ali (a.s)’ın bu hutbeyi Kufe mescidi minberinde okuduğuna inanmaktadırlar. İbn-i Abbas bu konuda şöyle diyor:
“Hz. Ali (a.s), bu hutbeyi Rahbe’de okumuştur. Hilafetten söz edildiği bir esnada Hz. Ali (a.s)’ın kalbinde büyük bir fırtına koptu ve bu sözleri söyledi.”
4- Hutbenin Senedi
Hutbenin senedi hakkında da farklı görüşler vardır. Bazı alimler bu hutbeyi mütevatir sayarken. Bu hutbede açıklanan İslam tarihiyle ilgili bazı gerçekleri kabul etmek istemeyen bazı kimseler ise, bu hutbenin Hz. Ali (a.s)’a ait olmadığını iddia etmişlerdir. Bunlara göre Hz. Ali asla hilafet hususunda şikayette bulunmamış ve bu hutbe Seyyid Razi tarafından yazılmıştır.
Meşhur Şarih İbn-i Meysem Behrani şöyle diyor: Hutbenin senedi tevatür derecesine ulaşmamıştır ancak bu hutbenin Seyyid Razi tarafından uydurulduğu iddiası da gerçek dışı bir söz ve temelsiz bir iddiadır. (Bu hutbe Hz. Ali (a.s)’ın okuduğu bir hutbedir.)
Bu hutbenin senedindeki ihtilaf, içinde zayıflık veya belirsizlik olduğu anlamında değildir. Hakeza Nehc’ul Belağa’nın diğer hutbelerinden değersiz de değildir. Hatta aksine ileride açıklanacağı gibi, bu hutbe, Nehc’ul Belağa’nın diğer bazı hutbelerinin sahip olmadığı çeşitli senetlere sahiptir.
Dolayısıyla bu hutbe hakkında yapılan eleştiriler sadece bir grup insanın zihni ve ön yargısıyla uyuşmadığı içindir. Bunlar ön yargılarını ve zihniyetlerini bu hutbe ile düzeltmeye kalkışacağına, bu hutbenin senetlerini zayıf göstermeye çalışmış ve böylece akıllarınca zihniyetlerine zarar gelmesini önlemek istemişlerdir.
Bu bu hutbe için Nehc’ul Belağa dışında zikredilen bazı senetler şunlardır:
1- İbn-i Cevzi, Tezkiret’ul Hevas adlı kitabında şöyle demektedir: “Bu hutbeyi Hz. Ali (a.s) bir kimsenin sorduğu soruya cevap olarak okumuştur. Hz. Ali (a.s) minbere çıkınca o şahıs, “Ne oldu da şimdiye kadar hilafet dizginlerini eline almadın?” diye sormuştur.
Bu sözler İbn-i Cevzi’nin bu hutbe için başka bir senedinin de olduğunu göstermektedir. Çünkü bu şahsın sorusu Nehc’ül Belağa’da söz konusu edilmemiştir. Dolayısıyla İbn-i Cevzi bu hutbe için başka bir yol elde etmiştir.
2- Meşhur şarih İbn-i Meysem Behrani şöyle diyor: “Bu hutbeyi iki ayrı kitapta gördüm bu, her iki kitabın yazılış tarihi de Seyyid Razi’den (r.a) öncedir.” İlk önce “Mutezile’nin büyük alimlerinden olan Ka’bi’nin öğrencisi ve Seyyid Razi’nin doğumundan önce vefat etmiş olan Ebu Cafer b. Kubbe’nin yazmış olduğu “el-İnsaf” adlı kitapta; ayrıca bu hutbenin bir nüshasını gördüm ki üzerinde el-Muktedir Billah’ın veziri olan Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed b. Fırat’ın hattı vardı ve bu da, Seyyid Razi’nin doğumundan altmış küsur yıl öncesine ait olduğunu ifade etmektedir.
Daha sonra şöyle devam etmektedir:"Daha çok bu nüshanın İbn-i Fırat’ın doğumundan bir müddet önce yazıldığını tahmin ediyorum."
İbn-i Ebil Hadid ise şöyle diyor: Üstadım Vasiti 603 yılında üstadı İbn-i Haşşab’ın, “Bu hutbe uydurulmuş bir hutbe midir?” sorusuna şöyle cevap verdiğini rivayet etmektedir: “Allah’a yemin olsun ki hayır! Ben bu hutbenin Hz. Ali (a.s)’ın sözleri olduğunu, senin adının Musaddık b. Şebib Vasiti olduğunu bildiğim gibi biliyorum.”
Ben üstadıma, “halkın bir çoğu bu hutbenin Seyyid Razi’nin sözleri olduğunu iddia etmektedir.” diye söyleyince de bana şöyle cevap verdi: “Seyyid Razi ve benzerleri nerede, bu özel beyan güzelliği nerede!” Biz Seyyid Razi’nin risalesini de gördük. Onun düz yazıdaki üslubunu da biliyoruz. Bu hutbeyle hiç bir benzerliği yoktur.”
Daha sonra şöyle devam etti: “Allah’a andolsun ki ben bu hutbeyi Seyyid Razi’nin doğumundan 200 yıl önce yazılmış bazı kitaplarda gördüm. Bu hutbenin kimler tarafından nakledildiğini ve o hatların hangi alimlere ait olduğunu bile biliyorum. O zamanlar henüz Seyyid Razi’nin babası bile doğmamıştı.”
İbn-i Ebil Hadid ise sözlerinin devamında şöyle diyor: “Ben de bu hutbenin önemli bir bölümünü Mu’tezile’nin büyük alimlerinden olan Ebu’l Kasım Belhi’nin kitaplarında gördüm. Ebu’l Kasım Belhi ise el-Muktedir Billah’la çağdaş olup, Seyyid Razi doğmadan yıllar önce yaşamıştır. Aynı zamanda bu hutbenin büyük bir bölümü İbn-i Kubbe’nin (ki İmamiyye mütekellimlerinden biridir.) “el-İnsaf” adlı kitabında gördüm. İbn-i Kubbe de Ebul Kasım Belhi’nin öğrencisidir ve Seyyid Razi’den önce yaşamıştır.”
Merhum Allame Emini el-Gadir, c.7, s.82’de bu hutbenin 28 kaynağını saymaktadır.